English

10 Aralık 2017 Uluslararası İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 70. yıldönümüne az kaldı. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), bu gün için Türkiye’den dört gazetecinin medyaya uygulanan baskının demokratik topluma etkilerini farklı açılardan inceleyen dört makalesini Doğrudan Hasar adlı bir seri altında yayımlıyor. Bu makale, bu serinin birincisi.

* * *

“Takip ettiğim medya kuruluşları her ne kadar kapatılsalar bile o haberi yapmak isteyen insanlar hala var. Onların bir şekilde haberi bize ulaştırma istekleri benim onlara ulaşma isteğimi daha fazla arttırdı.”

Bu sözler 22 yaşındaki Dilara Ekici’ye ait. Facebook, Twitter, Periscope ve online televizyon kanalları… Dilara haberini artık buralardan alıyor. Türkiye’de medyanın “kendi kendini tekrar var etmeye çalıştığını” düşünüyor. Kanalların uydudan çıkarılmasından ziyade faaliyetlerinin tamamen durdurulmasından çok etkilendiğini belirtiyor.

“İlk aşamada özgürlükçü, insan hakları ile ilgilenen kişilerin yaptığı haberlere ulaşamaz olduk. Ama buna da çözüm bulmaya başladılar zaten orada çalışanlar” diyor. Dilara, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünün başarılı öğrencilerinden biri.

Özgürlükçü ve açık düşüncenin sonu hiç gelmesin istiyor.

Gezi olayları yaşandığında Dilara lise son sınıftaydı. Olayların etkisi, “penguen medya” yakıştırmaları ve internet kullanımının da ilerlemesi ile televizyon kanallarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. İnternet ve sosyal medya girdi hayatına.

Zaten Gezi olayları sosyal medya kullanımı konusunda bir dönüm noktası olmamış mıydı?

Dilara için öyle olmuştu. Ana akım medyada çoğu bilginin yansıtılamadığını ve çoğu haberin yapılamadığını aktarıyor.

“Geleneksel medyanın büyük ölçüde manipüle edildiğini ve insanların bu şekilde kullanıldığını düşünüyorum. Objektif olduklarını söyleseler bile kullandıkları dilden bile direkt anlaşılıyor bazen.”

15 Temmuz darbe girişimi de başka bir dönüm noktası oldu Dilara için. Sonrasında bir arayış, bir mücadele içinde buldu kendini. Olağanüstü hal uygulaması kapsamında onlarca medya organının kapatılmasından sonra yayına geçen web sitelerinin ve telefonla yapılan canlı yayınların, kısacası dijital dünyanın peşine düştü.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Profesör Dr. Aslı Tunç kentli, eğitimli ve dijital medya araçlarına hakim gençlerin bir süredir haber almak için geleneksel mecraları kullanmadıklarını belirtiyor.

“Sosyal medya ve internetin habercilik anlamında kendine has sorunları var elbette, ancak artık ana akımın içinde iyi gazetecilikle var olamayan nitelikli, iyi yetişmiş insan kaynağı ancak internette işini yapabiliyor. Bir anlamda teknolojinin haberciliğe tutku ile bağlı ilkeli gazeteciler için özgürleştirici bir alan açma kapasitesi var” şeklinde yorumluyor.

Dilara’ya yetmeyebiliyor bazen bu özgürleştirici alan. Gazetecilerin üzerinde baskı oldukça şeffaflığın azaldığını ve doğru olanın yüzeye çıkamadığını düşünüyor: “Erişebildiğiniz haberler sadece erişime izin verilmiş haberler oluyor artık. Şu anda tonlarca bilmediğimiz ya da bilmemiz gereken konu var ve bunlara erişimimizin olması gerekiyor.”

Farklı görüşler, benzer yöntem

Dilara’nın yaşıtı Tunahan için durum biraz daha farklı. Tunahan Elmas, siyaset ile yakından ilgili, hukuk fakültesi öğrencisi bir genç. Üniversitesinin ilk yıllarında da Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatında görev yapmış. Bilgiye, habere ulaşmakta zorlanmıyor, özellikle bu dönemde her şeyin parmağının ucunda olduğunu söylüyor.

“Bazen muhalif haber sitelerine de bakabiliyorum. Yeni medya artık çok gelişti, bilgiye hiçbir şekilde erişimi engelleyemiyor kimse”.

Tunahan İstanbul doğumlu değil ama “Üsküdar sakini” olarak tanımlıyor kendini. Aynı zamanda hükümete yakın Albayrak Grubu’na ait bir sosyal içerik platformunun editörü olarak çalışıyor.

Farklı görüşlere sahip olsalar da, bu iki üniversite öğrencisinin birleştiği ortak bir nokta var: İnternet haberciliği ve sosyal medya. Tunahan geleneksel haber alma yöntemlerine Dilara’ya kıyasla biraz daha bağlı, fakat dijital haberler ona da bir kapı açmış durumda. Seçtiği kişileri Twitter’da takip ediyor, aradığı bilgiyi sosyal medyada ve internet sitelerinde buluyor.

“Baktığımız zaman sosyal medyadan, medya kanalı kapanmış olsa bile internet yayını yapıyor adam, Periscope yayını yapıyor. Bunları izleyebiliyorsun. Kişisel olarak bilgiye erişimimde bir problem yaşamıyorum.”

Basın özgürlüğü sorusuna gelince de cevabı net.

“Basının tamamen tutuklanmış olduğunu söyleyemeyiz kesinlikle ama evet, 5-6 sene öncesine baktığımızda, problemler var” diyor. Bu durumu da “dönemin bir gereği” olarak tanımlıyor; “Devlet kendi aleyhine çalışan terör örgütlerinin propaganda yapmasına izin vermemek için belli başlı bir çalışma yürütüyor.”

Arayış

Uluslararası basın özgürlüğü ve insan hakları kuruluşlarına göre Türkiye bugün artan kısıtlamalar ve baskılar ülkesi. Bianet Medya Gözlem Raporu’na göre olağanüstü hal uygulamasının ilk üç aylık döneminde 173 medya kuruluşu kapatıldı, 2 bin 500’e yakın gazeteci işsiz kaldı.

Türkiye Gazeteciler Sendikası verilerine göre de 150 gazeteci parmaklıklar ardında. Olağanüstü hal uygulaması, muhalefet medyasını bastırmak amacıyla kullanılması sebebiyle eleştiriliyor.

Çağdaş Gazeteciler Derneği İstanbul temsilcisi Uğur Güç şöyle dile getiriyor düşüncelerini: “Muhalif, eleştirel her habere dava açılması ve gazetecilerin tutuklanması basın emekçilerini sindirerek otosansüre yol açıyor. İktidarın istemediği haberler medya patronları tarafından engelleniyor. Bu da halkın haber alma özgürlüğünü yok ediyor.”

Hem rakamlar gösteriyor bunu, hem de deneyimlerini paylaşanlar. Arayış; hem gazeteciler için, hem de okuyucu için aslında çok önce başladı ve hala devam ediyor.

Reuters Enstitüsü tarafından yayınlanan Dijital Haberler 2017 raporu, ana akım medya hala geleneksel yerini korusa da, konvansiyonel metotların son üç yıldır haber amaçlı kullanılmasında düşüş yaşandığını bildiriyor. Alternatif olarak, sosyal medya ve dijital haber kanalları eskiye oranla daha çok izleniyor, makaleler ve dijital haberler çevrimiçi sohbet uygulamaları ve sosyal medya aracılığı ile paylaşılıyor.

Sadece okuyucunun değil, gazetecinin arayışına da değiniyor çalışma. Muhalif medya organlarına yöneltilen baskının, bağımsız gazeteciliğin pratik edildiği dijital haber portallarının oluşmasına yol açtığı belirtiliyor.

“Türkiye’de yayın yapamayan bazı gazeteciler yurt dışında yayın faaliyetine giriştiler. Kapatılan medya kuruluşlarıyla işsiz kalan gazetecilerin bazıları inisiyatifler oluşturarak sosyal medya üzerinden basın özgürlüğü mücadelesi ve habercilik yapmaya devam ediyorlar” diye özetliyor durumu Uğur Güç.

Örneğin, Artigercek.com ve yine aynı çatı altında faaliyet gösteren Artı TV, 2017’nin ilk aylarında Almanya’nın Köln şehrinde kuruldu. Sosyal medyada ve tamamen muhabirlerin kendi imkanları dahilinde alınan araç ve gereçler aracılığıyla haber yapan Habersizsiniz, Kasım 2017’de yayına başladı. Özgürüz.org yaklaşık bir sene önce Cumhuriyet Gazetesi eski genel yayın yönetmeni Can Dündar tarafından Berlin’de kuruldu ve Türkçe yayın yapıyor. Faaliyete daha önceden başlayanlar, Ağustos 2015 tarihinde kurulan Medyascope ve 2016 yaz aylarında kurulan Gazete Duvar da takip edilen kaynaklar arasında.

İnternet: Özgür mü? Güvenilir mi?

İnternet özellikle gençler arasında habere ulaşmada daha da önemli bir araç haline gelmeye başlarken, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, internetin bilgiye erişmek için ideal bir ortam olmadığı görüşünde.

“Bence internet bilgiye erişimde ne güvenilir ne de çok sesli bir ortamdır” diyor. “Tam tersine, yine herkesin birbirine benzediği, tercih farklılıklarının minimize edildiği ortamlar internetin doğası haline geldi. Geleneksel basında özgürlük ve fikir düzeyinde farklılıkların birlikte olabildiği ortamlar yaratılamazsa bunun internette bulunabilmesi bence pek mümkün değildir.”

Öte yandan, özgürlük meselesi de zaten güvenilirliği şüphede olan bir ortamı daha da zorlayıcı kılmakta. Türkiye’den erişimin engellendiği internet sitelerinde son üç yılda yüzde 300 civarında bir artış görülürken, ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un “İnternette Özgürlük” 2017 raporunda Türkiye tekrar puan kaybediyor.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu verilerine göre 2016 yılında televizyonda en çok izlenen programlar Reality Show, kadınlara yönelik programlar ve diziler. Fakat geleneksel metotlar haber almada yine de eski yerini koruyor. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Filiz Gündüz de, genç kesimde dijital medyaya yönelme olmasına rağmen halkın büyük çoğunluğunun haberde hala televizyon, radyo ve gazeteler gibi konvansiyonel yöntemlere başvurduğunu, haber alma özgürlüğünde kötüleşme olmadığını söylüyor.

“Olağanüstü hal kararları ile bazı medya kanallarının kapatılmasının ve internet sitelerine erişimin engellenmesinin haber alma özgürlüğüne bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü baktığımızda geniş kitlelere ulaşan platformların faaliyetlerine devam ettiklerini görüyoruz” şeklinde açıklıyor.

Bu dönemi eleştirilenin aksine “çok sesli” bir dönem olarak değerlendiriyor. “Devletin güvenlik söz konusu olduğunda gereken müdahaleyi yapıp terör propagandası dahil her türlü tehlikeyi bertaraf etmesi vatandaşın bir talebidir” diyor.

İstanbul’un Fatih semtinde esnaf olarak hayatını sürdüren 70 yaşındaki Mahmut Durak, akşamları eve gidince favori kanalını izleyip haberini istediği şekilde alabildiğini söylüyor. “Herkes konuşmaya devam ediyor, baskı maskı yok ki! ” diyor gülerek, bir yandan da dükkana giren bir müşteri ile ilgileniyor. Beş çocuk yetiştirmiş, üç kızı hala okula gidiyor.

Kendini bildi bileli sadece devlet televizyonu izliyor Durak. Diğerleri için de “Taraf tutuyorlar, yanlış konuşuyorlar” diyor.

Güven sorunu

Siyasetin gitgide daha keskin çizgiler ile kendini belli etmeye başladığı bir gerçek. Çalışmalarında Türkiye’de medya ve siyaset ilişkisi gibi konulara da yoğunlaşan Çarkoğlu, basın ve siyasi partiler arasındaki ilişkinin altını çiziyor.

“Partilere olan destek açısından rengi belli olmayan gazete yok gibi desek abartmış olmayız” diye açıklıyor, Türkiye’de basının siyasetin bir uzantısı olarak görülebileceğini belirtiyor.

Bu durum İstanbul’un tarihi semtlerinden Balat’ta kafe işleten Artur’un güvenini kırıyor ister istemez. Artık sadece belli kaynaklardan, bazen Facebook bazen de çevrimiçi uygulamalar aracılığı ile ulaştığı, seçilmiş ve özel haberleri okuyor. Bir de telefonuna gelen son dakika bildirimlerine bakıyor, o da çevresinde olup bitenden haberdar olmak için.

Ermeni kökenli bir Türk vatandaşı Artur, 53 yıldır hayata ve siyasete tanıklık ettikten sonra bugün biraz geride durmayı seçmiş.

“Taraflı, yanlı haberler oluyor ya da eksik haberler oluyor. Burada bir kısıtlama olduktan sonra yavaş yavaş gazete okumaktan, haberleri ve ana haber bültenlerini takip etmekten uzaklaşmak durumunda kaldık” diyerek açıklıyor küskünlüğünü.

Gününün tamamı Balat’ta geçiriyor, kendi içine kapanmış, daha apolitik bir yaşama çevirmiş yüzünü artık.

“Bütün bu baskıyı gördükten sonra bir diğer gazeteci ne kadar yürekli, cesaretli olabilir sizce?” diye soruyor.

Bütün bunlara rağmen Artur umutlu. Sabır göstererek ve zaman vererek bu durumun aşılacağını düşünüyor.

“Ülkenin geçmişi, durumu ve yaşadığı kaos belli. Bunun bir dönem olduğunu, bir süreç olduğunu düşünüyorum, çok daha özgür bir basının tekrar dönüş yapacağına inanıyorum ve bekliyorum” diyor, ardından Balat’taki iş yerinde yeni bir sabaha hazırlanıyor.

Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda geçmişteki imtihanına bakıldığında da görülen çerçeve çok parlak değil. Cumhuriyet yıllarında, 1950’li yıllarda ve darbe sonrası dönemlerde de çok zor süreçler yaşanmış, gazeteciler ağır şartlar altında çalışmış, otosansüre başvurulmuş, halkın haber alma özgürlüğü engellenmiş. Özellikle 1990’lı yıllarda medya çalışanlarının birkaç haftada bir ortadan kaldırıldığı süreçlerden geçilmiş.

Fakat Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, şu anki durumun darbe girişimi ve olağanüstü hal uygulaması ile daha “operasyonel” bir hale büründüğünü söylüyor. Gazeteciliğin radikal bir şekilde, yazı işlerinden başlayarak sokakta ve mahkemede sistemli bir şekilde yok edilmeye çalışıldığını belirtiyor.

“AB müzakerelerinde 15 yılı geride bırakan bir Türkiye’de, bugün daha olumlu karar alabilecek bir Türkiye’de bu kadar ağır sorunlar yaşıyoruz. Sansür, yargılama, gözaltı, keyfi tutuklama gibi çok ağır koşullarda gazetecilik yapılıyor.”

Gençler için daha kolay belki bu dönemi atlatmak, ama Türkiye’deki gazeteciler için en zoru. Anayasanın 28. maddesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” cümlesi olduğu sürece bu dönemin sadece bir süreç olduğunu düşünenler ve bitmesini bekleyenler çoğunlukta, arayış alışkanlığa dönüşmeden.

Neyran Elden, serbest gazeteci ve haber yapımcısı. İzmir doğumlu, uluslararası ilişkiler okuduktan sonra lisansüstü eğitimini Fransa’da gazetecilik üzerine yaptı. İstanbul’da yaşıyor.

Bu makalede dile getirilen görüşler yazarına aittir ve IPI’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

Türk İşçisi Gözden de Irak Gönülden de

Medya için acı bir kayıp: Gençlik!

Yabancı yatırımcı basın özgürlüğü ihlallerinden etkileniyor mu?